CEMAATİ TERK ETMEK ATEŞTEN GÖMLEK GİYMEKTİR!

Allah'ın Resulü öyle buyurmakta "Kim cemaatten bir karış ayrılırsa boynundaki İSLAM bağını çıkartıp atmıştır"
 
O zaman kim cemaat? kim değil? bunu ayırt etmek gerekir. 
 
Aksi halde bu durum münafık ile mümini; kâfir ile müslümanı ayırt etmemek gibi garip ve dalalet vasfına haiz bir hal ile ortaya çıkar. 
 
Sahabenin içine münafıklar karışmıştı. Ama onların kimler olduğu hemen ayırt edilmişti, Rasulullah tarafından. 
Münafığa bakarak sahabe nesline itham edici nazar ne kadar 'dalalet / sapık bir durum’ ise; İslam'ın içine dış mihraklarca sokulmuş din ve cemaat kisvesi altına sinsice ve içinde bulunduğumuz şiddetli felaket hedefleri planlayarak sokulmuş yapılara bakarak müslüman cemaatlere bakmak ta aynı şekilde dalalet üzere olmaktır.
 
Şayet bizlerin önüne asrısaadeti izleyeceğimiz bir pencere açılsaydı ve  bizler şu yaşadığımız mantıkla baktığımızda Rasulullah’ın arkasında namaza durmuş 18 bin kişiyi Kab B. Eşref ve taifesi olarak mı niteleyecektik?! 
 
Bundan nasıl kaçtıysak aynı şekilde hakk ile batılı, fırka ile cemaati de tahlil ile birbirinden ayırmak zorundayız. Bu imanî bir meseledir.
 
Yani kafir ile mümini, muttaki ile faciri, teba ile eşkiyayı İman etmiş kişiler olarak birbirinden tefrik etmek zorundayız. 
 
 
Aksi halde tüm Müslümanlara sui zan etmek ile büyük vebal altına girmiş oluruz. El İnsaf.
 
 
Yani "bu cemaatlerin hepsi aynı" diyerek Ömer Radıyallahu anh ile Kab b. Eşref aynı demiş olmak gibi bir kabahati işleriz.
 
Neden?
 
Çünkü; münafıklarda Rasulullah’ın arkasında namaz kılıyorlar, zaman zaman özel karşılıklı oturuyorlar, ikili muhaverede bulunuyorlardı. Bu saydıklarımızın ve sayacaklarımızın hangisi sahabeden başka kime nasip olmuştur?
 
Soruyorum şimdi?
 
Bu manzaraya bakınca Ömer radıyallahu anh ile münafıkların lideri nasıl ki aynı adamdır demiyor; bilakis aralarını iman cihetiyle hemen ayırt ediyorsak o zaman İslam adına ortaya çıkan sapık kollar ile hak cemaatleri bir birinden ayırt etmek gerekmez mi?
 
 
Biz, aslında hayatımızda daima bu tahlili ve tefriki yapmaktayız. 
 
Yani; hak ile batılı, haram ile helali; fasit ile sahihi daima bir birinden ayırt etmekteyiz. 
 
 
Zina ile nikâhı, mısmıl kesilmiş hayvan ile besmele terk edilerek kesilmiş, aslında helalken harama / murdara dönen hayvanı birbirinden ayırt ediyoruz.
 
Şimdi bu örnekler üzerinden bir zihinsel yürüyüş yapalım ve bu yürüyüşü de bugün içine düştüğümüz fitnenin bizi getirdiği mantık kurgusu ile devam ettirelim.
 
Şöyle ki 'zinanın nikâh ile aynı şey olduğunu, hak ile batılın –hâşâ- aynı olduğunu, sahih ile fasitin aynı şeyler olduğunu' söyleyelim bu doğru olabilir mi?
 
Böyle yaparsak hayatta hiçbir zaman doğru diye bir şey olmaz.
 
Zina ile nikâhı ayırt eden şey hak bir akittir. 
 
Hak ile batılı ayırt eden şeriatın belirlediği sınırlar içinde kalmak veya çıkmaktır. 
 
Hak, şeriatın sınırlarında kalan; batıl ise o sınırlardan dışarıda kalandır.
 
Murdar hayvanı haram kılan Allah adına kesimin terk edilmesi iken helal bir hayvanı mısmıl kılan ise Allah adına kesilmesidir.
 
Şimdi biz aradaki bu ince tefrik edici, temyiz edici, sahih kılan, fasit kılan, hak kılan ve batıl kılan Allah Teâlâ’nın koyduğu sınırları görmezden gelerek etrafımıza baktığımızda hak ve doğru hiçbir şey yoktur her şey batıl olur.
Neuzu billah..
 
Aslında cemaatlere bakış açısının içimizde oluşturduğu yeni şey; tefrik yani hak ile batılı ayırt etme, zeminimizin yok edilmesi olduğu gibi inançları mukaddes kılan idrakinde köreltilmesidir.
 
Çünkü inancımıza mukaddesliği getiren şey, temelde inanç ile inkârın, hak ile batılın, faydalı ile zararlının, doğru ile yanlışın arasını ayırt etmemizdir.
 
Bu ince bakış kaybolunca inandığımız şeylerin inanılacak kudsiyyette kalması da mümkün olmaz.
 
O zaman bizler, ne pahasına olursa olsun bu bakış açımızı öldürmeden ve zarara uğratmadan yaşamak zorundayız. 
 
 
Aksi halde bu bakış açımızı yitirirsek inançlarımıza kudsi bakışımız, hak ile batılı ayırt etme melekemiz gider. 
 
Yani ahrette ebediyen bitmeyen hüsran bizi bekliyor demektir.
 
Şayet bu gün bizler, hakka ve hakkın ehline batıl ve batılın ehline baktığımız gibi eşit bakıyorsak burada bizim ciddi manada İslamî idrak ve Müslüman’ca bakış sorunu yaşıyoruz demektir. 
 
 
Sokakta hırsız ile mal sahibini birbirine karıştırmamak nasıl zorunlu ise cemaat ile fırkayı da birbirinden ayırt etmek daha elzemdir ve zorunludur.
 
Küfrü tanımlayamaz iseniz hakka iman edemezsiniz. Batılın sınırlarını idrak edemezseniz hakkın kutsiyetini hissedemezsiniz.
 
Tüm insanlar için bilginin yollarının konulmasındaki temel mantıkta aslında insanın lehine ve aleyhine olan tüm meseleleri ayırt etmesi için değil midir?
 
Duyularınız ile hissiyâta dair zıtları (acı-tatlı, beyaz-siyah, sert-yumuşak, gül kokusu-kül kokusu) ve mahiyetleri idrak ettiğimiz gibi; doğru bilgi ile de görmediğimiz tüm somut ve soyut hadiselerin varlığına veya yokluğuna hüküm verebiliyoruz.
 
Topladığı bu bilgi yolları ile akıl salim bir şekilde çalışırsa bu iki yol ile kendisine ulaşan hadiselere yönelik bir hükme ve neticeye vardığı gibi aynı zamanda o da kendi mahiyetinde önerme dizilimleri ile varlık ve yokluk, doğru yanlış, faydalı ve zararlı arasında bir ayrım yaparak ayrıca bir bilgi elde etmiş oluyor.
 
Halkın ve kamu alanlarının üzerine bomba yağdıran askerleri diğerlerinden ayırt edip toplumu ayartmadığımız gibi, halka silah çekmeyen ve çekmeyi inancınca ve amelince dalalet ve sapıklık olarak inanan cemaatlerimizi ve Müslümanları birbirinden ayırt edilmesi gerekir.
 
Ekranlarda bir yapı konuşulacaksa bu yapılar, içinde terör örgütüne mensup binlerce kişiyi istihdam eden kurumlar ve ihanet şebekeleri hakkında halkı şimdiye kadar hiçbir açık ve sarih bir bilgi ile tüm çıplaklığı ile uyarmayan akademidir ve bilgilendirmekle yükümlü olan ilgili kurumlardır.
 
Gelelim şimdi….
 
Cemaat nedir? Kime cemaat denir? Eşkıya topluluklarına cemaat denir mi? Veya eşkıya topluluklarına bakılarak irfan tekkelerinde insan-ı kamil yetiştiren ocaklara aynı gözle bakılır mı?

x

Yazarlar

Bu site Mentis Kibo tarafından tasarlanmıştır.